Kavramak için yönelinen bütünlük, bakış açısının genişlik ve derinliğine göre kendini tanımlar.
Bu bakış açısı farkındalık ve ilmin deneyimsel karışımı ile oluşur.
Öğrenmeye duyulan sonsuz açlık ise gelişimin sürekliliğini meydana getirir.
Geniş bakış açısına sahip olmayanlar ise, genel bakış açısına sahiptir. Ve bu bakış açısı kendi kabiliyeti oranında ancak bütünlüğün bazı noktalarını görebilir.
Bu nokta olup da ilerlemek isteyenlerden aklını zekice kullanabilenler, bütünlüğü meydana getiren parçaların niteliğini anlayabilmek suretiyle, uzaklaşmadan ve parçalar arasındaki bağlantıyı koparmayan bir titizlikle oluşumun kendinde barındırdığı değerleri kavramaya çalışırlar.
Bu bağlamda ikinci yaklaşım türü ise, sahip olmadığı bütünsel ve bütünlüğü oluşturan parçaların izini sürerek anlama erişme yeteneksizliği ile eline geçen bir parça ile oyalanmaya başlar ve ona kendince ilişkiler atfeder. Yine de elindeki gerçekten bir parça olduğundan, istikrarlı ve anlamlı olmasa da kendisini gösterecek bazı aynalar ve ifade kalıpları bulabilir.
Söz konusu bu iki kabiliyet, insanlığın fikren gelişmişlik seviyesinin üst tabakasında iki akım örneğine yol gösterici, bir anlamda davet edici olarak durmaktadır.
Aklını güzel kullanabilen ve koordinatları sıkı takip edenler her adımda bütünsel bakış açısını ulaşabilecek ilerleme kaydederler. Bu erişim sağlandığında ise artık tüm gerçekliğin çıkış noktası olan her şeyin her şeyle bağlı olduğu hakikate varılır. Bundan sonrası ise öğrenmenin ve idrak etmenin bilgelik seviyesidir.
İnsan doğasında anlaşılabilecek her şey, bu noktada gelişmiş kabiliyet ve kriterleri belirginleşmiş mizaç ölçüsünde anlaşılır.
Bu bağlamda algının aktarımı, bilginin paylaşımının kendine özgü prensipler içerir.
Verimli prensipler ilkeli bilgelik, alçak gönüllü özverilerden oluşur.
Diğer anlayış gurubu ise, bilginin hakikatine bütünselliğin perspektifinden bakamadığı için, ikincil idrak ile dolaylı ve çok parçalı bir izlek takip eder. Bu yolculuk sahiplerinin elinde olan bulgular bütünlükten ayrıştırılmış ve uzaklaştırılmış parçalar olduğundan kendi özelinde tanımlanır. Böylelikle değer kaybı ile birlikte yetersiz anlamlandırmalar kendini gösterir.
Bu durum sürekli onarım istediğinden ve yıpranma çok yönü gerçekleştiğinden somut ve sürdürülebilir çıktılara sahip olamaz.
Yani gelişimin zorunlu yenilenme gerekliliği ile getirdiği her yeni tanım ve keşif, bütün ile entegre olabilme uyumunda olmasının tam zıddı olarak, kendine ait varlığını sürdürebilmek için hakikatle uyumsuz kaynak ve literatür oluşumuna devam eder.
Mantığın tükendiği bir işe yaramadığı yerlerde hisler üzerinden duygusal isteklendirme araçları kullanılarak, aklın sorgulama özelliğinin işlevselliği köreltilir. Bu durum genelde politikanın içinde kendine geniş yer bulabilirken, toplum siyasetçilerinin de kullanabildiği yöntemlerdir.
Ve bu yöntemler insanlık tarihi kadar eski bir birikime sahiptir.
Ve bugün dünyaya sosyo-psikolojik olarak hâkim olan güç, hakikatten bağımsız olarak kendi bilgi-veri sistemini kurmuş olan ve yönetilebilir demografik yapıyı kontrol altında tutan güçtür.
Yani bu anlatı özelinde bütünselliğin ve her şeyin arasındaki etkileşim ve bağların bilgeliğine erişmiş dâhiler ve dâhilerin yolunu açıp gösterdiği yoldan gitmek için irade gösteren izciler azdırlar ama değerlidirler.
Bütünselliğin işlevsel ve anlam ve de kavram bütünlüğünü kaçırmış ve dönüp o yolu bulamamış olan asiler ve onların ses ve öğretisine kulan verenler çoklardır ama değersizdirler.
……………..
Her iki durumda da etkileşim altında olan genel topluma yapılan önermelerin kendi doktrinleri vardır ve oluşmuştur.
Hakikat diye ifade ettiğimiz ve bir şeyin asli özellik manasını ve anlam kaynağını kendinde barındıran tabire ait değerler değişmezler.
Ancak hakikatin bünyesinde barındırdığı doğruların gerçekliği bireyin kabiliyet ve birikimine göre renklere bürünebilir. Yani bu yansıma algıda faklı boyutlarda görünebilir. Bu bağlamda yalın bir bakış açısı ve ispatlanabilir iddia ve deliller ile tüm gerçekliği somut bir konuma getirip hakikati gösterebilir.
Evet, hakikat yeri en kolay gösterilebilen ve kendi kendine kanıt olabilen bir özelliğe sahiptir.
Ancak, iddianın öncül bakışla oluşmuş ve değişim ve etkileşim alanında hakikatin dalgalarını meydana getiren yansımaları çeşitli anlayış anaforları içine alan ve onlara göreceli gerçeklikler tanımlayarak, çok parçalı ve üzerinde birleşilemeyen fikir ve önermelerle hayat sahanına sürülen bir yaşam felsefesi, kendi içindeki tutarsızlıklar nedeni ile kaotik anlayış gurupları, çatışmacı toplumlar, arisroktatif sınıflar oluşturur. En basit tarifi ile çok az bir zümreye bencil tatminler dışında kimseye mutluluk veremeyen ve vaat edemeyen bir hayat görüşü meydana gelmiştir.
İster bilinsin, isterse bilinmesin, gerek anlaşılsın gerekse anlaşılamasın, fark edilsin veya edilemesin; hayatın görünen ve görünmeyen tüm yönleri bu iki akımın akış ve etki alanındadır.
Bu noktada, söz konusu dava sahiplerinin ortaya koyduğu delillerin gerçekliği ve hakikati gösteren niteliklerini değerlendirebilmektir.
Yine bu noktada yardımcı olacak bakış açısı, iddia ve sonuçlarını bütünsel çıktıları ile birlikte görebilmektir.
Yoksa akıma ait algı oluşumundaki gibi detaylara yönelmek, bütünlüğü oluşturulan parçaların gerçekliğinden uzaklaşmak anlamına gelecektir.
………………..
Bu bağlamda hayatı anlamak için;
Zamanın mevcut gerçeği,
Hakikatin kendini ifade etme biçimi,
Soru ve cevapların niteliği,
Anlama ve kavrama yetisi,
Yönelim ve karşılıkların uyumu,
İhtiyaçlar ve tedarik gibi içinde birçok detay bulunan başlıkların özellik ve niteliğini tespit etmek ve tanımlamak gerekmektedir.
Eğer öğrenme, aydınlanma, bilinçli değerlendirme, hakikat arayışı, buluş, intikal, hislerin gelişimi gibi bir biri ile etkileşim ve iletişime sahip donanım kendi şuur derinliğine sahip olmaz ise, harici tesir altında kalarak, karşı koyamayacağı ve direnmek için bir sebep ve duyu bulamayacağı bir kişiliğin doğuşuna seyirci kalınacaktır.
………….
Bu duruma karşı durmak ve bu beşeri yozlaşma salgının bulaşını engellemek için hayatı kendi hakikati ile tanımak ve gerçeklikleri ile çekinmeden yüzleşmek gerekmektedir.
Evet,
İnsan yaşamı ile ilgili tüm süreçler, öğretilmiş yaşam algısı ve hayatın tanımlanmış işleyiş planı ve içindekiler ile kurulan fikirsel ve eylemsel diyalog etkenliğine bağlı olarak sentezlenir.
Gereksinim duyulan doğu gelişim ise hakiki ihtiyaçlar ekseninde gerçekleşir.
Bu bağlamda ortaya çıkan ve ilerlemenin devirsel gereği olan yenilikçi kazanımlar elde edinilemediğinde, kuşaklar arası aktarım ve zorunlu değişim ile dönüşüm faktörleri, yukarıda bahsi geçen baskın otoritenin denetiminde insanlığın olumlu olumsuz kültürel birikimler arşivinden temin edilecektir.
Ve söz konusu didaktik anlayışların çağdaş entegrasyonu sağlanamaz ve gerekli revizyonlar kendine yer bulamaz ise, sadece fikirsel soya ait çarpık genleşeme beslenir ve kalıtımsal zihniyet kalıbı esnetilir. Bu sonuç ise, insani değerlere ait dejenerasyonu engelleyebilme adına bir etkiye sahip olamaz.
Oysa gelinen zamanın durumuna ve sosyo-demografik yapının gelişimine bağlı olarak geçmişi, ânı ve geleceği görerek çığır açacak fikir ve karar sahip o yüksek zekâ, olağan üstü yeteneklerin varlığını gerektirmektedir.
Ancak, yukarıda söz edilen ve bir anlamda kronik yapıya bürünmüş olan anlayışlar ve tepkisel savunmalar ile dönemin barındırdığı şartlar, yeni tarz gelişen olaylar ve bu olaylara bağlı yeni nesil etkileşimler ile adeta bireysel ve toplumsal olarak düşünsel ve duyusal insan gelişimine imkân vermemektedir.
Bu nedenle ,insanlığa karşı acıma, kendi türünün onursal yaşamına karşı destek verme istek ve iradesini hisseden amaç sahipleri, stratejik plan ve projelerini oluştururken ,önemeler, teklifler, tezler, güncel uyarlamalar suretinde sosyo-kültürel talebi karşılayacak şekilde yapılandırılmalıdır.
Böylelikle ortaya çıkacak sonuçlar, yeni tanım ve bugünkü ihtiyaçları giderebilecek nitelikten uzak kalmamış olacaktır.
Söz konusu bu ihtiyaçlar yönelik tedarik sistemi ise ,sorunların küreselliği ve insanlığın türü ile doğal ilgililiği bağlamında ve mutlak verimlilik anlamında ancak şöyle formüle edilebilir:
Fikri çözüm üretimleri milli ve coğrafi kıta kaynakların sınırlılığının dışında, küresel genişliğe sahip sosyo-kültürel iş birlikleri ile geliştirilmelidir. Çünkü artık etkileşim yeryüzü bütünlüğü ölçeğinde sağlanmaktadır.
Bu bağlamda dolaylı fanatizm, soysal tutuculuk, ırksal bağnazlık ne boyutta olursa olsun sadece bencillik ve sınıfsal egoizm olarak adlandırılabilir.
Unutulmamalıdır ki;
Varoluş doğasının programında izlenen hukuk, hayatın kutsallığı tanımına sahiptir. Ve noktadaki adalet göreceli hak sahipliliğini kabul etmez. Bu nedenle hiç kimse gerçek yaşam hukuku açısından, hiçbir kimsenin ve herhangi bir canlı türünün hayatını basit ve sıradan diye nitelendiremez.
Her varlığın evrendeki yeri doğru konumlamaya sahiptir, ihlâller karıştırıcı unsurların müdahalesi ile gerçekleşir. Dolayısıyla sonuçlar sebepleri bağlayıcıdır. Söz konusu duruma bağlı ortaya çıkan kargaşa ve çatışmalar gerçekte haklılık barındırmaz ve baskılayıcı hiçbir modeli yasal olarak kanıksanamaz.
Yani insanca bakış açısı tüm hayat bileşenlerine karşı olarak, erdem ve onur ilişiğinde yapıcı ve koruyucudur. Bu nedenle hiçbir pragmatist uygulama ve çıkarcı yaklaşımın beşeri değer karşılığı yoktur.
Fikri duruş ve eylemsel tutum realitesini ve kalitesini ancak faydalılık ilkesi belirler. Bunun dışında kalan hiç oluşumun, devreden edinimlerin, literatür değişim korkusu ve kültürel kaybetme endişesi nin gerçeğin yanında haklı bir kıymeti bulunmaz.
İnsanlık insan taklidi yapmanın ötesinde, kendi insanlık gerçeğinin sesin vicdanında duyabilmek ve kendin için istediğin tüm iyilikleri ve güzel yaşam koşul ve mutluluk verici nedenlerini başkaları içinde isteyebilmektedir.
Murat Safitürk