Her insan kendine özgü bir mizaç ile yaşama başlar.
Mizaç anlam itibariyle insanın varoluşsal özelliklerinin bütünsel yapısını ifade eder.
Bu yapı kendisini; kişilik, şahsiyet, karakter, beden, ruh, eğilimler, tepkiler, etkileşim, davranışlar, dışavurum, duygular, algı ve kavrayış açısı gibi birçok insani özelliği kendinde barındırır.
İnsanın karakter ve şahsiyet gelişimi insanın varlık doğasında olmakla birlikte, kalıtımsal ve dış etkenlerin tesirine de açıktır.
Yani doğal olan irade, akıl, yetenek ve eğilimler kişinin yaşam tarzı ve buna bağlı olarak bulunduğu tercihler sonuçlarla şekillenen şahsiyet ve karakteri ile bütünleşir.
Ve insan fikirsel ve davranışsal olarak bu oluşuma göre kendi kişilik erişimini gerçekleştirerek hayatını sürdürür.
Görünüş bağlamında çok komplike görülen bu donanım, akıl ve bilgelik ile yönetilebilir özelliktedir.
Söz konusu bu varlık planı kendi içinde çeşitli opsiyonlara sahiptir.
Örneğin;
Negatif etkileşim sonucu elde edilen olumsuz çıktıların tespiti ile yapılacak geri çekilme, yıpranmanın yıkıcı ilerleyişini durdurur.
İçeriği bilinmeyen ve tanımı gerçekçi olmayan, yararı belirsiz olan şeylere karşı duyulan şüphe ve tedirginlik savunma sistemini aktif ederek uzaklaşma veya uzaklaştırmayı sağlayabilir.
Yine korku duygusunun doğru bir zamanda devreye alınması, riskleri görerek hayatı koruyabilir.
Veya bir şekilde şartlanmış aklın fiziki ve düşsel tatmin yönelimi, olası sonuçların kâr zarar değerlendirilmesi ile denge noktasında kalarak, faydalılık konumunu pekiştirebilir.
Ancak negatif içerikli etkileşimin, karakter gelişim ve şahsiyet oluşumuna olan tesiri güç ve devamlılık kazanmış ise ortaya çıkan dayatma kişilik tüm olumlu varlık özelliklerini baskılayabilir.
Örneğin;
Doğru düşünme, durum analizi, değerli ve değersiz ayırımı, kazanımsal tercihleri yapabilecek akılcı yaklaşımlar yerini, odaklama problemi, ölçümleyememe, ayrıştıramama, yanlış seçimlere bırakabilir.
Yine fiziksel ve içsel temas noktalarında oluşan kötü alışkanlıklar, sonuçları görme körlüğüne ve hatada ısrarcılık olarak kendini gösterebilir.
Dolayısıyla insan hayat yolculuğunda kendi varlık donanımına uygun tercihler ile eğilimlerini doğru alanlara yöneltme işlemini yapamaz ve zararı daha fazla büyümeden engelleme – stop loss – girişiminde bulunamaz ise kaçınılmaz olarak ruhsal çöküntü içine girecektir.
Ruhsal çöküntü ise, adı ne olursa olsun yaklaşık 250 tür olarak belirlenmiş tüm psikolojik sağlık sorunlarının altında toplandığı bütünselliği tanımlar.
- Depresyon
- Anksiyete
- Panik Atak
- Bipolar Bozukluk
- Obsesif Kompulsif (takıntı ) Bozukluklar
- Travma sonrası fikirsel ve duygusal deformasyon,
- Dikkat Eksikliği , düşünsel dağınıklık,
- Cinsel problemler,
- Sosyal fobiler,
- Stres gibi sorunlar en çok bilinen sorunlardır.
Bu sorunlar zihni olarak saplantılı düşünceler, davranış olarak saldırgan ve öfkeli ve dikkatsiz tavır ve tutumlar, halüsinasyon, kuruntu, evham gibi algısal ve yorgunluk, isteksizlik, odaklanamamak gibi fiziksel yaşam kalitesini bozan sonuçlara neden olurlar.
Bu sonuçlar ise birçok olumsuz davranışı meydana getirebilecek yapıya bürünebilir.
Örneğin;
- Şiddet kullanma ve ya şiddete maruz kalma ,
- Suça yatkınlık,
- Cinsel sapkınlık,
- İntihar veya intihar girişimleri,
- Bedensel deformasyon,
- Bıkkınlık,
- Sosyal dışlanma,
- Ailevi problemler,
- Uyuşturucu ve alkol kullanımı yine bunlardan bazılarıdır.
Ruh sağlığının bozulması yukarıda örneklenen ve bilinen durumları tetikler. Bu tetikleme karakterin ve şahsiyetin etkilendiği dejenerasyona bağlı olarak, kişinin mizacına göre kendini söz konusu başlıklardan birisindeki tanıma uygun şekilde gösterir.
Her bir problemin ise kendine göre bir içeriği ve tanımlanmış şekli bulunmaktadır.
Oysa duygusal diyet ve fikirsel beslenmedeki doğruluk birçok hastalık oluşumunu engelleyebilir. Sağlıklı bir ruh enerjisine sahip olmak, içsel ve fiziksel yaşam koşullarını maksimumun değerlerde tutabilir.
Önleyici yaklaşımlar, onarıcı müdahalelerden daha yapıcıdır.
İnsanın kendi gerçeğini kavraması, varoluşsal bir çekime sahiptir. Ancak çok çeşitli şekillerde ortaya çıkan psikolojik ve sosyolojik bileşenleri olan engellemeler bu keşfin gerçekleşmesi önünde durmaktadır.
İnsanlara yaşamsal olarak vaat edilen şeylerin büyük bir kısmı fiziksel motivasyon ve tatmin endeksli olduğundan ve insanın ruhsal donanımına ait olan gereksinimlerini karşılayamadığından hayat işleyişi içinde birçok türbülansa girmektedir.
İnsanların çoğu kendinin farkına bile varamadan ve ne olup bittiği hakkında hiçbir fikre sahip olmadan yaşam sayfası kapanmaktadır.
Özel konu başlığımız olan intiharlar yaklaşık olarak tüm kültürlerde aynı nedenlerle gerekçelendirilmektedir. İstatiksel veriler, öz kıyım notları, sosyo-psikolojik değerlendirmeler, coğrafi etkenler ve demografik varsayımlar ile durum ilişkilendirilerek çıkarımlar yapılmaktadır.
Yani olaylara yönelik getirilen tüm tanımlar sonuçlardan yorumlanan verileri kapsamaktadır.
Oysa tüm sonuçlar kendine özgü giriş ve gelişim prosesleri barındırır.
Refah seviyesi yüksek ülkeler tüm bedensel ve geleceğe ait kaygıları giderecek politikalar ürettiklerini düşünürler.
Sağlanan sosyal imkânların tüm insani gereksinimleri karşılayabileceği görüşünde olabilirler. Ancak sonuçlar bu planın doğru bir plan olmadığını, hiçbir içsel ihtiyacın fiziksel tedarik yoluyla karşılanamayacağını göstermektedir.
Zihinsel güvensizlik, algısal çelişki, ruhsal ihtiyaçların bitmeyen serzenişi, dinmeyen arayışlar insanları donanımsal işlevsellik kaybı altında derin duyusal yitirimlere yönlendirmektedir.
Hiçbir aklı eğlence ile besleyemezsiniz.
Hiçbir duygu açlığını ekonomik olarak gideremezsiniz.
İnsanlara önerilen inançsal motivasyon kaynağını; hikayelerle, mitolojik ve mistik öykülerle canlı tutamazsınız.
Hayatın elde durmayan ve tutulamayan yitiş ve geçişlerine karşı, düşünmemeyi telkin ederek, uyutucu ve oyalayıcı fanteziler teklif edemezsiniz.
………..
İnsanlık ortak payda da aynı sorunlarla yaşar.
Her insan mizacında olan özellik seviye, yer ve etki farkıyla bir birine benzer.
Fiziki ihtiyaçları gibi ruhsal gereksinimleri de eş değerlere sahiptir.
Aynı şekilde gülümser, aynı şekilde sevinir, aynı şekilde üzülür ve aynı şekilde ölürler.
Bu bağlamda evrensel değerler ve ölçülerin gerçekliğinde insanların doğru yaşam hakkı elinden alınmamalı, sorgulama ve hakikat erişimi engellenmemelidir.
Kapalı toplum, siyasi kaygı, ırksal endişe, milli statü gibi hayata yardım edebilme yeterliliği dışında hiçbir yaşamsal nitelik değeri olmayan şeylerin üretici ve geliştirici istençliğin önünde durmaması gerekledir.
Hayat, hayata düşman olmayan değerlerin yaşatılması ile tüm canlılar için yaşanılır bir nitelik kazanabilir.
Bu bağlamda ancak sağlığı korunabilen bir ruh yapısı donanımsal duygu ve düşünce ihtiyaçlarını karşılayabilir.
Evet,
Sorular susturulmayarak cevaplarla buluşturulmalıdır.
Ön yargılar, gerekçesiz kaygılar, geleneksel tutuculuk, öz güven ve cesaretsizliklerin durağan verimsizlikleri vicdani mahkûmiyeti netice verecek kadar ağır sorumluluklardır.
Bu bağlamda yerine getirilmeyen yükümlülük ve oluşmayan farkındalıklar gerek bireysel gerekse toplumsal ve geniş ölçekte küresel yozlaşmayı beslemeye devam etmektedir.
İnsanlar kendi doğasının sınırlarını aşarak meydana getirdikleri taşkınlıklar ve yapay tatmin araçları ile ruhsal ötenazilerini gerçekleştirmektedir.
Özgürlük vitrinine koyulan ve sıradışılık popülasyonu ile varoluş çizgisini bilinçsizce aşan milyonlarca insan kimlik ve kişilik kaybıyla gerçek mağduriyet kitlesini oluşturmaktadır.
Örneğin;
Dünya Sağlık Örgütünün (World Health Organization) 2021 yılı verilerine göre; gelişmemiş ülkelerdeki intihar nedenleri hayatın maddi anlamdaki yitirilmiş imkânları ve bu imkânsızlıklardan doğan çok yönlü sonuçlar iken, gelişmiş toplumlarda, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, interseks (LGBT) mahkûmlar ve yakınlarını kaybetmiş kişiler olarak belirtilmektedir.
Bununla birlikte her yaş gurubu ve cinsiyette olan insanların intihar gerekçelerini oluşturan neden, hayatın anlamsız, geleceğin ise belirsiz olması düşüncesi vardır. Yine bunun yanı sıra yaşam nedenlerine yönelik var olan öğreti tanımların yetersizliği, ruhsal ihtiyaçların yerine koyulmuş fiziksel doyum yöneltisi, çok açılı içsel tatminsizlik, duygu ve düşünce sistemini devre dışı bırakan alışkanlıkların oluşturduğu kayıplar olduğu açıkça izlenebilmektedir.
İlkesel bilinç ve evrensel bilgeliğin özgün varlığı varoluşsal bir nitelikle, içsel ve fiziksel türdeş kaybını kabul edemez. Bu nedenle hiçbir tabu ve bağnaz bağımlılık içinde olamaz.
Unutulmamalıdır ki, bir insanın varlık niteliği ancak tüm canlıların hayatlarına sağlayacağı katkı ve nev’inin maddi ve manevi yaşam kalitesini arttırmak adına bulunduğu özveri ile ölçülebilir.
Murat Safitürk