İnsanın var olan fikirsel ve duyusal donanımımın kendi özelliğine göre bir durum alması ve hayatla arasında olan ilişkide örtüşen bir konumda bulunması yaşam kalitesini belirleyen temel unsudur.
Burada fiziksel yapının duygusal sisteme bir pencere niteliğine sahip olması ise bir diğer önemli hususu belirlemektedir.
Bu bağlamda duyusal ve fikirsel donanımın kendilerinde olan özelliklere göre işlevsellik kazanması, bedensel yapı ile sağlıklı bütünleşmeyi sağlar.
Çelişkiler bir biri ile uyumu olmayan dişlilerin sürtüşmesinden çıkarlar.
Yerli yerinde bir koordinasyona sahip ve amaç / hedef doğrultusunda organize olmuş işletim sistemleri verimli sonuçlar doğururlar.
Bunun için en önemli başlangıç noktası, fikirsel ve duyusal donanımın tanınması ve hayat sahasında aksiyon alırken doğru parolanın bilinmesidir.
Yani insan denilen varlıkta olan sistemin, evrende olan sistemle aynı koordinatta konumlanması gerekmektedir.
Örneğin insanı tüm diğer varlıklardan ayıran ve ona bir diğer katan AKIL duygusunun işlevsel görevi; ruhsal ve ölçülü ve dengeli fiziksel yaşamının ihtiyaç duyduğu bilgilerin edimi ve bu bilgiler ile ulaştığı bilgeliğin kazandırdığı ölçülerle doğru ve yanlış olan şeylerin bir birinden ayrıştırılması ile lehinde olanları tercih, aleyhinde olanlardan çekinmeye yönelik davranış kabiliyet gelişimin sağlanmasıdır.
Dolayısıyla aklın hem ait olduğu ruhsal ve bedensel sistemde, hem de evrensel döngüde bir tür kâşifliği söz konusudur.
Eğer akıl, ilgili alanın sadece fiziksel gereksinim bölümde çalışırsa, sahip olduğu büyük potansiyeli çok basit bir seviyeye indirgemiş olur. Bunun sonuncuda ise tatminsizlik denilen durum meydana gelir. Ait olmadığı ve karşılık bulamayacağı bir sistem içinde doyum için çabalamak ise başka başka tatminsizliklerle kaotik bir handikap oluşturur. Ve akıl kendinde olan analitik ve ayrıştırıcı fonksiyonunu yitirip üretkenliğini kaybeder. Direkt ve endirekt etkiye açık hale gelen bir anlayış ise fikirsel ve dürtüsel her türlü güdüme açıktır.
Bunun yanı sıra yine insan duyusal donanımında olan ve bu satırlarda KALP diye tabir edeceğimiz asliyet ve asaliyet merkezi olan bu yapının en önemli özelliği, varlık onuruna yakışan duyu ve davranışların sentezlenmesi ile sağlıklı sezi enerjisi üretmektir. Bu üretilen enerji, gerek moral, gerek motivasyon, gerek huzur, gerek dinginlik, gerekse güven ve endişesizlik gibi hisler şeklinde tüm içsel sisteme sirayet ederek iç barışı tesis eder.
Bu noktada kalp denilen bu hayat merkezinin gereksinimi olan; güzel bakış, iyi niyet, insan ve doğa bütünlüğü, sistemsel aidiyet, zararlı şeylerden korunmak, ilişki ve etkileşim alanında olan her şey ile gerektiği kadar münasebet, hırsın getirileri için verilecek bedellerden çekinmek, egonun bencil yönlendirmelerinden kaçınmak, düşünceyi rahatsız eden şeyleri yapmamak, zararı açıkça belli olan yollardan gitmemek, güzel manzaralar, güzel hayaller, güzel düşünceler, güzel sözlerle bezenmesi sağlıklı bir yaşam ritmi yakalamış olmakla ifade dilebilir.
Eğer bu duyu merkezi ihtiyacı olan şeylerin dayatması ile karşı karşıya bırakılsa, fiziksel kalbin durmasına neden olan zararlı maddelerin vücuda yerleşmesi gibi bir durumla baş başa kalır.
Yani iyi düşünceler yerine kötü düşünceler, iyi niyetler yerine art niyetler, güzel hayaller yeni çirkin kurgular, yapıcı ve onarı fikirler yerine yıkıcı fikirler, kalıcı ve güzel etki bırakan eylemler yerine, anlık zevkler, alçak gönüllü olmak yerine kibirli olmak, sözün kötüsünü söylemek, faydasız şeylerle uğraşmak, bir anlamda kabinin feryadını duymamak için çeşitli araçlar kullanarak onu susturmaya çalışmak, barış arayışı yerine çatışmaya taraftar olmak, insan onuruna uygun olmayan yerlerde bulunmak, kalbin duyusal ölümü ile birçok ruhsal hastalığa zemin hazırlar.
Bunla birlikte insanın doğasının merkezinde var oluş hukukunun savunucu olan ve adına VİCDAN denilen bir otorite bulunur.
İnsanın tüm eylemleri bu otorite tarafından yargılanır. Doğru yapılan işler ile ilgili huzur verici, duru ve berrak his karşılıkları olduğu gibi, yanlış davranışlar için ise çeşitli mahkûmiyet cezaları verilir.
Örneğin insan, akıl ve kalbi tarafından onaylanmayan bir işlem yaptığından, bu otorite tarafından iç sıkıntısı ile cezalandırılır.
Eğer bu otorite merkezine sürekli suç dosyaları giderse bu mahkeme sağlıklı değerlendirme yapabilme dengesini kaybeder. Bu dengenin bozulması insanın tüm yapısal varlığını yıkıma uğratır.
Yine bununla birlikte insanın NİYET ve İRADE özelliği, verimlilik üzerine işlerse, bumerang döngüsü ile aynı şeylerle geri beslenme alır.
Niyetin iradeyi sağlıklı yönlendirememesi ise tam anlamıyla insanın başını belâya sokar. Çünkü sistem bütünsel yapısı itibariyle insanın müdahalesinin olmadığı tüm noktalarda iyi niyet üzerine planlanmıştır.
Ağaçların meyve vermesi, toprağın besinlerimize kiler görevi yapması, yine besin özelliği ile birçok canlının hayat döngüsünde yerini alması, yıldızlardan atomlara kadar her şeyin görevini mükemmel sürdürmesi, yağmurların diriltici etkisi, karların tabiata dinginlik kazandırması, rüzgârların havayı tertemiz yapması, gece ve gündüzün dakik bir programa bağlı olarak çalışması, mevsimlerin adeta bir vagon gibi kendilerine ait hediyeleri art arda zaman şeridine taşıması, çatışmalı durumlarında sonuçları itibariyle faydalı çıktılara sahip olması sistematik olarak bir iyi niyet işleyişini göstermektedir.
İnsan niyet ve iradesinin tabi akışa dâhil olması ve kendine alan açmak için kullandığı argümanların çevresel fonksiyonları düzen işletim sistemini sabote etmektedir. Daha sonra ise bu suikastın sonuçları üzerinde yeni gerekçeler ile sürdürülebilir yapılar oluşturup, çeşitli savaş metotlarıyla çatışmaların devamlılığı temin etmektedirler.
En net ifade ile doğru ve güzel yaşam kabiliyet ve imkânlarının kaybedilmesi, mantıksal bir çerçeveye oturtulmaya çalışılan çıkarlar ve bu çıkar savunmalarının haklılığını ispat gibi trajikomik davranışlar meydana getirmektedir.
Oysa düşünce yeteneğini kaybetmemiş ve evrensel döngünün farkına varmış bir insanın kendine soracağı şu soru her şeyi anlayabilmek için yeterli olacaktır.
- Büyük ve bütünsel ölçekte hayat, mücadele üzerine mi, yoksa tüm varlıklar ve unsurlar arasında sistemli bir dayanışma ile mi sürmektedir?
Yine insanın hayatı algılama şeklini oluşturan BAKIŞ AÇISI denilen yaşamsal yöneliş, duyusal donanımın sağlıklı beslenmesine neden olabildiği gibi, ölümüne de sebep olabilmektedir.
Örneğin; insan gördüğü veya kabiliyetince görebildiği şeylerin işlevsel bütünlük içindeki görevlerini fark etmez ise, kendi evrensel sessizliğini oluştur.
Yine insan kendine ulaşan iyi şeyler ve iyiliklerin hangi ambalaja sarılı geldiğini anlayamaz ise, duyusal dinginliğin önemli bir davranış niteliği olan nezaket ve şükran hissini kaybeder.
Bununla birlikte insan ait olduğu dünyayı paylaştığı diğer varlıkları kapsayan bir farkındalığa sahip olmaz ve onların hukuklarına saygı duymaz ise kendi özgürlüğünü yitirir.
Ve insan sürekli bir şekilde her şeyin kötü görünen tarafı ile ilgilendirse, cesareti kırılır ve ümit ışığından mahrum kalır.
Bu konuyu özet bağlamında şöyle ifade edebiliriz:
İnsan tüm donanımı ile evrenin merkezinde konumlanmıştır.
Kendini çepeçevre kuşatan bu sistematik yapı ve barındırdığı tüm varlıklar ile arasında bir iletişim ve etkileşim bağı bulunmaktadır.
Tüm yaşam niteliğini kendi davranışının karışlığı olacak yansımalar belirler.
Bu bağlamda hayat varlıklar arasında bir izdüşümü ve bir yankı döngüsüdür.
Evet, İnsanın varlık donanımında burada genel anlamıyla değinmediğimiz daha birçok duygu vardır. Burada işaret edilen husus ise; tüm yapının bir biri ile ilgili olarak aralarında bulunan organik iletişim bağının bulunmasıdır.
Görev tanımı yapılmış, varlık dünyası ile diyaloğa ve etkileşime açılmış bilinçli bir akıl tüm diğer his merkezlerinin sağlıklı işleyişini destekler.
Aklın sahip olduğu bilgeliğin pekiştiği bir kalbin ruh sağlığı üzerindeki koruyucu etkisi çok fazladır.
Güzel ve doğru işleyen bir sistemin yargıcı olacak vicdanın tüm verdiği hükümler, kazanılmış değerlerin muhafazasına yönelik olacaktır.
Ve insanın fiziksel ve donanımsal dayanağı olan ruh bütünlüğü ise duygular arsındaki koordinasyonu en verimli bir şekilde yönetir.
Böylelikle merkez duygular tarafından iyi beslenmiş ve burada değinmediğimiz alt bileşen hislerinde sürece katkısal katılımı ile söz konusu YAŞAM KALİTESİNİN niteliği ortaya çıkar.
Murat Safitürk