Dayatma Kültürü; gelişmiş toplumların kendi kanıksanmış dinamiklerini kalıcı kazanıma çevirmek adına uyguladıkları bir sistem olarak algılayabileceğimiz gibi, gelişimini tamamlayamamış veya kaynaklarını yitirmiş toplumlarda geleneksel bağlılıklar meydana getirme anlayışının kendini gösterme çabası olarak ifade edebiliriz.
Bu yazımızda konuya gelişmiş toplumlar üzerinden devam edeceğimizden, diğer toplum yapısına ait içeriğe şimdilik değinmeyeceğiz.
Söz konusu kültür dayatmasının düşünsel alt yapısı, oluşturulan ve sağlanan imkânların davranışsal niteliği belirlemesi üzerinedir.
Yani insanların tüm sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, kurumsal idari sistemlerim şeffaflığı , rekabeti önleyici öğretiler, ekonomik yeterlilik gibi donanımların ruhsal yeterliliğe de neden olma beklentisidir.
Bununla birlikte;
- Bireyin özgürlüğüne yapılan önermeler,
- Milli ve politik konuların çekiciliği,
- Spor ve Müzik enstrümanlarının duygu ve düşünce üzerinde oynadığı roller,
- Refah seviyesinin tanıdığı hareket serbestliği,
- Fobik algının oluşturduğu sinerji,
- Görsel, işitsel , fikirsel argümanların duyular üzerindeki etkisi,
- Sınırsız cinsellik,
- Fantezi çeşitliliği,
- Direkt ve dolaylı tatmin araçlarının erişim kolaylığı,
- Suç ve Ceza Opsiyonları gibi birçok unsurun yaşam alanında aktif bir şekilde girmesiyle, ruhsal ihtiyaçların farkına varılması mümkün olmamaktadır.
Oysa insan aklının tatmin olması bilgi ve analitik işleyişe bağlı bilgelikle sağlanabilir.
Yine insanın duyu merkezi diyebileceğimiz kalbi ise; değerlerin meydana getirdiği bir enerji ile sağlıklı işleyebilir.
Ve insanın düşüncelerinin ona acı vermemesini, her şeyin gerçek özelliğini ve varlık nedenini görebilen bir bakış açısı temin edebilir.
Bununla birlikte hayaller, davranışların kontrol masasından duyulan iç sesler, etki tepki reflekslerinin niteliği gibi birçok içsel birimin barış içinde çalışması, ruh dinginliğine bağlıdır.
Yani kişinin yukarıda kısacan söz edilen hususlara erişiminin yaşam hürriyeti olarak tanımlanması, aslında dolaylı bir tutsaklıktır.
Örneğin;
- Bireye tanına özgürlük, insan doğasının üstesinden gelebileceği bir şey değildir.
Çünkü insan çok değişken ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Etkileşim alanı çok fazladır. Çekinceleri, korkuları, endişeleri, koruma ve korunma içgüdüsü olan, acıkan, hastalanan, anatomik zayıflığı, kolaylıkla psikolojik deformasyona uğrayabilen bir varlıktır.
Bu yönlü bir özgürlük dayatmasının yaşam karşılığı çelişkidir. Sonucu ise yalnızlıktır.
- Bununla birlikte bireye tanınan haz sınırsızlığı, tatmin ölçeğinin eşiğini yükseltmekte olduğundan, sınırları belli yeterliliğin, hayali doyumsuzlukla çatışması, doğal olmayan birçok tat arayışının önünü açmaktadır.
Bu durumun çıktısı ise; tanımlamaz bir yozlaşma ve tartışmalı ahlaki değerlerin meydana çıkması ile duyusal kontrolün kaybedilmesi demektir.
- Yine bir diğer konu, milli ve taraftarlık duygularının politik kaynaklı beslenmesidir. Kitlesel hareketin getirdiği birliktelik, mantığı devre dışı bıraktığından, tüm topluma ve çarpan etkisiyle başka toplumlara endişe veren davranışların ortaya çıkmasına neden olur. Bozmanın, kırıp dökmenin kolay olması, güçlü ve yapıcı iradesi olmayan insanlarda kolay bir tercih olarak gösterir. Ve birçok masum insan bu nefret girişimlerinden zarar görürler.
İnsanın içsel ölümü tüm insani değerlerini yitirmesi ile gerçekleştiğinden, bu seviyeye gelmiş insanın kontrol altında çok ciddi yaptırımlarla mümkün olur.
Yaptırımlar ise onarımı sağlama konusunda çok başarılı olmadığından intikam sürecinin meydan getirdiği cinnet hali, bireysel ve toplumsal bağlamda büyük infiallere sebep olur.
- Yine bununla birlikte işlenen suçun yasalarla belirlenmiş ceza karşılığı olsa da, suç ve cezanın insanın henüz ölümü gerçekleşmemiş olan akıl ve ruhunda çok farklı bir karşılığı vardır.
Bireylerin işledik suçlara tanımlanan cezalar, onları vicdani mahkûmiyetten kurtaramamaktadır. Dolayısıyla bedeli ödenmiş bir suçun oluşturduğu ruhsal tatmin gerçekleşmemektedir. Böylelikle suç işlemek ve ceza arasında ki kısır döngü devam etmektedir.
Gerçek pişmanlığın gelişmediği duyusal durumlar yeni hatalar anlamına gelir. İbret özelliği olmayan ve bu yönüyle algılanmayan sonuçlar, suça eğilimi olan insanların yolunu açmaktadır.
Bu konu çok komplike bir konu olsa da hukuksal revizyonlar bağlamında caydırıcı nitelikle değerlendirilmelidir. Bundan daha önemli olan ise rehabilitasyon süreçlerinin verimli ve etkin kullanımına yönelik ciddi çalışmaların yapılmasıdır.
Duyusal onarım anlamına gelen bu süreçte gerekçelendirilmeler, insanın duyusal yapısına uygun, empati özelliği olan ve suç işlemeden çekince meydana getirecek ruhsal etkiye sahip bulunmalıdır.
Yapılan kültürel dayatmaların yönetimsel kaygılardan gerçekleştiği bir gerçek olduğu gibi, yeni nesil problemlere sunulacak çözümlere yönelik alt yapının oluşmaması ayrı bir nedendir.
Bu bağlamda geleneksel olan sistemlerin yaşatılması düşünüle bilinmektedir.
Oysa insanlık bilinen hazların ve bundan çeyrek asır önceki tatmin argümanları ile doyum gerçekleştirebilmekten çok farklı bir durumdadır.
Geldiğimiz nokta da her şey değişse de değişmeyen tek şey, insan doğasında ki dönüşüm kabiliyetidir.
İnsan her neyin etkileşimi içinde olursa olsun, içsel ötenazi gerçekleşmediği sürece bir geri kazanım yolu vardır.
Bu yol açıklığı;
Dayatılmış kültür ısrarını bırakmakla başlayacaktır.
İnsanların doğal ihtiyaçları olan;
- Evrensel okumlar ve varlık dilinin keşfi,
- Bedensel ihtiyaçların dışında olan, duyusal besinlerin natürelliği,
- Ayrılıkların çeşitliliği ve nedenliği,
- Doğum ve ölümün içlerinde barındırdığı anlam bilgisi,
- İnsanın yapısında bulunan hislerin karşılık noktaları,
- Soru ve cevapların bilimsel niteliği,
- Kurgudan, masallardan kurtulmuş yaşamsal gereklilik ve gerçekliğin ne olduğuna yönelik gereksinimlerin giderilmesi insan ömrüne ait tüm zamanlarını anlamlı ve onurlu kılacaktır.
Eğer türdeşlik ilgi ve ortak değerler bağlamında evrensel kaynakların bütünselliği birlikte hareket etme kabiliyetinden yoksun kalırsa, bu insani kayıplar artarak devam edecektir.
Çünkü duyusal ihtiyaçların uygun olmayan karşılıkları, gereksinimleri sürekli farklı ve tatminsiz boyutlara taşıyacaktır.
İnsanın ruhsal açlığı kaotik bir döngüye sahiptir. Helezoni burgular duygusal deformasyonu sert ataklara çevirecek depresyonlarla psikolojik hasarlar oluşturur.
Unutulmamalıdır ki; gerçekler problemler ancak gerçek cevaplarla çözülür.
Çözüm olarak düşünülen imkân dayatmaları, ihtiyaçların doğal karşılığı olmadığından yukarıda söz edilen birçok kargaşa ve yozlaşmaya neden olacaktır.
Söz konusu gerçeği görmek ve göstermek için dünyayı izlemek ve çıkardığı sosyo-psikolojik çöküş seslerini dinlemek yeterlidir.
Murat Safitürk