Toplumsal birikimler popüler kültürün gölgesi altında kalmasıyla gelişen bireysellik, birçok değer bağlarının kopmasıyla yapay bir sosyal yapıyı yanılsama ile var zanneder.
Bu dev yanılgı insanı önce kendine sonra da kendi gerçeğine karşı yabancı konuma getirmektedir.
Böylelikle belirli kelimeler ile konuşan, düşünmekten kaçan, anlama çabasından korkan bir tür ortaya çıkmaktadır.
Bu durumda üzücü olan şey ise , bu hayatı yaşayanların sorgusuz bir kabulle gerçekleşen alışkanlıklarıdır.
Duyguların hayat fonksiyonlarını yitirdiği ömürler, henüz tükenmeden kendilerini anlam olarak bitirmiş olurlar.
Bu bağlamda gerçekleşen yaşamlar, hiçbir hakikate şahit olmayan, hiçbir gerçeğin tadını alamayan, hiçbir şeyin farkına varamayan ölgün hayatlara döner.
Belki de bunun dramatik realite ağırlığını ancak aydınlanmanın yolunu arayanlar sezebilir. Çünkü uyarıcı nedenler idrak zafiyeti nedeniyle etkisini çok sınırlı bir alanda sürdürebilmektedir.
Ve bu metastaz bulaş gayet sinsi ilerleyen süreçlerle mükemmel insan doğasının tüm dengesini bozar ve verimsiz bırakır.
Gizlenen değerler ve sosyo-psikolojik besleme unsurları bu yozlaşmadan ve zihin tembelliği ile gelişen kültürel erozyondan hissesini çokça almıştır.
Böylelikle ortaya çıkan mesnetsiz hayat tanımı, ukalalıkla gelişen alaycılık ve her şeyi hafife alma , önemli şeyleri önemsizleştirmek için işlenen görsel ve sözel yoğun baskı , bilgisizlik ile lehinde ve aleyhinde olan şeyleri kavrama güçlüğü adeta bir çok insanı bedensel yaşayan kitleler haline getirmiştir.
Yine acı olan bir diğer husus; bu döngünün varlık onurundan uzaklaştırdığı kurbanlarının kendilerine yöneliş enerjisini tüketerek alacağını alıp, stratejik misyon tatminini gerçekleştirdikten sonra atık bir madde gibi terk etmesidir.
Uygulanan insan tüketim projelerin tüm işlem planı durağan kalmayı, mevcut durumunu korumayı, erişime açık olmayı empoze etmektedir. Sistematik olarak elde edilen verilerle de hayatın kontrolünü sağlamaktadırlar. Aslında bu bir hakimiyet kurulumu ve tanrısal bir yönetim oyunudur.
Birçok insan plana uyarak sadık kaldığından resmin bütünü denilen gerçeği görememektedir.
Küresel kaos arena mimarisi ile inşa edilir. Loca oyun kurucularındır. Diğer alanlar seyirci taraflardan oluşur. Ölüm kalım savaşı ise en alt seviyede gerçekleşir. Orada oluşan aksiyon kendinden başka bir şeyi göremeyecek kadar yoğundur ve birebir gladyatörleri ilgilendirir. Yani sahne senaryoyu oynar ve yöneticilerin beklentisini gerçekleştirir.
Sonuç tüm oyuncular için için döngüsel olarak aynıdır …………… Eninde sonunda kaybedersiniz…
Ve bu kayıp oyun kurucuların gücünden kaynaklanmaz…..yenilginin asıl nedeni bir şekilde o oyunun içine girmiş olmanızdandır.
Elinizde olmayan nedenler ile kendinizi istemediğiniz bir yerde bulmak ise ; orada kalmayı istemediğiniz müddetçe sizi sorumlu kılmaz. Ve kurtulma istek ve yapılması gerekeni yapma iradeniz kurtuluşunuzu temin edecektir.
Peki, bu kadar körü körüne bağlılık ve ilginin sebebi acaba insanın kendinde hissettiği ruhsal boşluk mudur?
Yoksa her yanı kuşatmış, adına sıkıntı denilen ve her fenalığı öğreten karanlık hisler midir?
Bu hisleri besleyen sebepler insanın kendine karşı olan yükümlülüklerine göz kapaması olabiliri mi?
Doğrular ve gerçekler tarafından tehdit edilen tutkuların direnişi mi?
Acaba neyi nasıl yapacağını , neyi nereden öğrenebileceğini bilmemek mi?
Bir şeylerin yanlış gittiğini kendine itiraf etmemenin nedeni , yukarıda söz edilen berbat da olsa alışkanlıkların amansız baskısını kırmak için bir güç ve iradeden yoksun olmak mı?
Ya da bitmeyen yarınlar, hiçbir niyeti terk etmeyen sonralar, yeni başlangıçları omuzundan tutup yerine oturtturan istibdat cuntasının ağ kurduğu düşünce odalarına mı sahibiz…
Her geçen anın geri kazanımının mümkün olmadığı, birkaç saniye ötede olan nefese ulaşıp ulaşamamanın belirsiz olduğu , her kayıp zamanın insana geçip gittiğini bildirmesine rağmen öylece hiç bir şey yapmadan durabilmeyi kabul etmek ,belki de yakın fırtınaların habercisidir…
Özetle;
Kendini aramayan ve kendi hakikatinin peşine düşmeyen,
Yaşam nedenini anlamak için bir emek sarf etmeyen,
Etrafında örülmüş duvarları aşmak yerine onlara yaslanmayı tercih eden,
Şüpheler ve kuruntular üreterek doğrunun izini sürmeyen,
İnsan varlık ve şerefine yakışmayan duygu ve düşünceleri terk etmeyen ,
Hayat teknesinin aldığı hasarını onarmak için çare kapısına yönelmeyen,
Düşkünlüğünü düştüğü yerden kaldırmaya çalışmayan,
Bilmeyen ve öğrenmek istemeyen,
Öz varlığını yok etmek pahasına, verimsiz ve çabasız tutumu sürdüren kişiliğimizden ve kişiliklerden razı olmamalı ve gerekli tepki ve değişimi gerek içsel gerek fikirsel olarak çok yönlü göstermeliyiz.
Murat Safitürk