Hayat ile insanın karşısına birçok konu gelir.
Her bir meselenin kendine özgü değerlendirme veya muhatap olma, karşı durum alma, temas etme, etkileşim ve tepki şekli vardır.
Ancak genelde tüm iyileştirme, onarma, yola çıkma, yeni başlangıçlar gibi atılmak istenen pozitif adımlar ŞÜPHE ile başlamadan biter.
Şüphe oluşum, gelişim süreçlerinde ölçülü olmayı temin eden, zararsız bir deneyim ve edinimin kontrolünü sağlayan bir denge noktası iken; engelleyici, vaz geçirici bir rol oynaması, varılması gerekli olan hedef ve eylemsel önemin adeta gömülmesine neden olan bir tepkisizliği netice verir.
Oysa girişimlerin doğasında bulunan riskler, heyecan ve yapıcı stresin oluşturduğu sinerji ile birlikte hareket ederek amaç bağlamında planlanan şeylerin meydana getirir.
Bu nedenle farazi sebepler, kurgusal çekinceler, kuşku çıkarımları ile olduğu yerde kalmanın mantıklı bir açıklaması yoktur.
Olumlu olumsuz yaşanmışlıkların bıraktığı izler duyusal yapıyı hayal ve hatıraların kalıbına sokar. Bu his havuzları düşünceyi kendi birikintileri ile meşgul eder. Bazı zihinsel döngüler öyle bir form kazanır ki; neredeyse tüm yaşam enerjisini tüketir. Bu gibi içsel anaforlarda ümit gibi çıkış noktasını gizleyen en önemli perde ŞÜPHEDİR.
Ve aslında her meydana gelen ve akışında olan şeylerin bütünü hayatın kendine dairdir ve insan yaratılışı ve donanımı itibariyle tüm çıktılara muhatap olabilme ve edinimlere karşılık verebilme kabiliyetindedir.
Bu yeteneğin doğru bilgi ve işlevsel tanım çerçevesinde şekillenmesi sorunları sorun olmaktan çıkartarak potansiyel kazanıma çevirebilmek için ŞÜPHENİN yönetilmesi gerekmektedir.
Çünkü somut bir delilden ortaya çıkmayan şüpheler sadece Psikolojik çöküntüye neden olur. Mücadele karşılığı olmayan tüm takıntılar yorgunluktan başka bir şey değildir.
Yine bununla birlikte şüphe, alışkanlıklarımızı, konforumuzu, korkularımızı da yönetir. Tedirginliklerle cesaretimiz kırılır. Endişeler ile direnişimiz zayıflar. Her mağlubiyeti kabul etmek konumunda sürekli bir yenilgi yıkıntısı altında kalırız. Yeniden başlama korkusu, altında ezilinmiş bir enkazdan kurtulma isteğini bile örseler.
Evet, İnsanın kendi gerçeğini keşif etmesi, varlık hakikatini anlaması, etrafında örülü olan vehim duvarları fark ederek gerçek özgürlüğü için ruhunu tutsak olarak tutulduğu önyargı ve zanlı değerlendirmelerden kurtarılmasıyla kazanılacak olan dirayet, bir ömrün onurlu ve kıymetli yaşanmanın en önemli dayanak noktasıdır.
Her insan, geçiciliğinin sonsuzlukla mutlak olan değişimine sunabileceği en kutlu hediye, kendi için verdiği mücadele ile eriştiği yaşam bilgeliğidir.
Murat Safitürk